Mehmet Sebih ALTUN
Hava hiç olmadığı kadar sisli, bulutlar çıldırmışçasına toplanıp dağılıyor gökyüzünde. Yağmurlar çisil çisil düşüyor saçlarıma. Ayaklarım ıslanan toprağa saplanıyor, paçalar da çamur izi, bedenime yapışan gömleğin kırışıklığı gözüme çarpıyor bir an. Tek derdim bu mu diyor içimde ki ses.
Yüzümü kaldırıp gökyüzüne bakamıyorum. İri taneli damlalar, rüzgârın hızıyla bir tokat gibi yüzüme çarpıyor. Gözümün önünde ki kaldırımın mantarını dahi göremeyecek çarpıp düşecek kadar yoğun bir yağış vardı. Altına girip sığınacağım bir şemsiye dahi yoktu. Rüzgârın savurduğu bedenim yağmura teslim olmuş kaç gündür sesi çıkmayan sinüzit için hiçte iyi olmamıştı. Olan olmuştu ve durmamam lazımdı. Gökyüzünden boşalan damlalarla savaşım devam ediyordu.
Ve sonra bir arabanın korna sesi karışıyor rüzgârın sesine.
Cam inmeden kapı açılıyor ve tanıdık bir yüz korkulu gözlerle arabaya binmemi istiyor. Biraz yakınlaşınca arabanın arka tarafında acil bir hasta olduğunu fark ettim.
Sesi hıçkırıklara karışan şoför ” abi yardım et hastaneye geçelim ”.
***
Sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanan yeryüzünde, meleklerin kimine rızık dağıttığına inanılır, kimine şifa, kimine huzur, kimine ise ölümü götüreceğine inanılır.
İnsanlar da kimine huzur verir, kimine acı, kimine sevgi verir kimine nefret, kimine umut verir kimine de tükenmişlik. Böyle bir döngüsel yaşamda mutlu olmayı başarmak en büyük sanattır belki de.
***
Silecekler durmadan çalışıyor ama yağmurla baş edemiyordu. Dörtlüleri yakmış korna çalarak hızla arabayı sürüyordu. Bir kaç dakika sonra acile vardık.
Ne olduğunu anlamamış sadece acile bir an önce varmayı hayal etmiştim. Kapıyı nasıl açtığımı fark etmeden hemen oracıkta bulunan sedyeye doğru koştum. Şoför ve hanımı çocuğu kucaklayarak arabadan çıkardılar. Sedyeyle koşarak çocuğu içeri aldık. Annenin feryatları koridoru inletiyordu. Babası bağırarak yardım edin diye haykırıyor, korkulu gözlerle bana bakıyordu.
Sesi duyan acil tıp doktorları koşarak geldiler. Ne olduğunu sordular.
Annesi ” balkondan düştü ”.
***
Bir masum çocuğun düşlediği bir dünyayı kurmak bu kadar mı zor?
Yağmuru seyrederken taneleri saymak, gökyüzünde haykıran şimşekleri dinlemek ve yıldırımların aydınlattığı karanlığa direnmek bir küçük yüreğe ağır gelir bilmez mi Azrail.
Bulutların ruhu var mı?
Yağmurların kokusu baş döndürür mü?
Öğretmen olmayı istemek yaşamak için bir sebep olamaz mı?
Korkulukların boyunu kısa yapan ustanın elleri tutuyor mu?
Bir kaç santim demir daha yok muydu? Bilirim saksılarda nefes olan çiçekler nefessiz şimdi. Renklerinden eser kalmadı bir anda.
Teller tutmayı beceremez mandalları.
Balkonun kaygan zemini taşıyamaz yıllar sonrasını hayal eden bir bedeni.
Yağmurun altında ıslanmasın diye çamaşırlar, annesinin gönderdiği Büşra için yaşamına sebep bir bahane olmuştu belki de.
***
Acil müdahale için canla başla çalışan doktorlar ve kapıda gözü yaşlı anne baba.
Aradan bir saat geçmiş ama sağa sola koşanlara durumunu sormaya cesaret edemeyen iki çift göz. Durumu anlamış olmam beni kahrediyor. Nasıl karşılayacaklar endişesi aklımı başımdan alıyordu. Görmemek için arkamı dönsem mi, gitsem mi gitmesem mi?
***
Bazen görülen acılar insanı gayya kuyusunda hissettirir. Yok olmak ister o an. Belki de ateş o kadar yakmaz yürekleri.
Kör olmak ister görmemek için. Sağır olmak ister duymamak için. Lal olmak ister konuşmamak için. Ne bilim belki de ölmek ister yaşanana şahit olmamak için.
Ama tecrübe edinmek için yaşamalı insan.
Hayatı yaşamalı.
Acıyı yaşamalı.
Huzuru yaşamalı.
Elinden bir şey gelmediği için bitirmeli kendini. Ama yine de yaşamalı. Bitik bir bedende yeni bir yaşamı inşa etmeli.
Çoğaltmalı umutları. Var olanı sahiplenmeli. Olmayanı aramalı. Bulmadan sahip çıkmalı hayallerine.
***
Sonunda beyaz önlüklü meleklerden cevap geldi.
” Maalesef kaybettik. ”
***
Tarif edilemez anların toplamıdır ölüm.
Şaşkınlığın, ürpertinin, kabul edemeyişin adıdır umut.
Ya yalansa beklentisi, belki döner umudu, kurtardık sözünün gelmesini beklemek.
Ağlamak yetmez. Kendini parçalamak dahi acısını anlatmaz.
Ne yapsın peki?
***
Gayya kuyusunda derin bir vaveyla. Cehennemin en dibinde kalmak bile bu kadar zor gelmez belki de anneye. Bir evladın ansızın uçması hayra alamet değil.
Sesi çıkmaz çığlıkların.
Akmaz yaşlar gözlerden. Yüreklerin ağlayışı sulu değildir.
Küçük tabutlar yakışmaz cenaze arabasına.
***
Sahi kanatları olmadan uçmak nasıl bir şey?
Kuşlar kanatlarını yitirse uçarlar mı?
Uçamayan kuşlar yaşarlar mı?
….
Sevgi ile kalın
msebihaltun@gmail.com