BOĞAZİÇİ AYDINLAR TOPLULUĞU BASIN BİLDİRİSİ

Prof Dr Övgün Ahmet ERCAN

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlamayı hazırlanırken, 6 Şubat 2023 sabaha karşı halk derin uykudayken, karlı karakışta, dondurucu -5C’de, 04.17’de Kahramanmaraş Pazarcık’ta, sol atımlı Doğu Anadolu Kırığı üzerinde M7,9 büyüklüğünde, 100 saniye süren çok büyük depremin 9 saat ardından Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde Malatya kırığı üzerinde M7,6 büyüklüğünde, 60 saniye süreli olan depremler Malatya’dan Antakya’ya kadar 400 km boyunca yeri, saniye de 3,5 ile 5,6 km hızla kırıp toplam 19 km sol yakayı büzerek Akdeniz’e doğru savurmuştur.

Yaklaşık 13,5 milyon kişinin, 4 milyon yapıda yaşadığı, antik dönemde Kilikya-Komenege denilen bölgedeki 11 ilde(Kahramanmaraş, Malatya, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Osmaniye, Adana, Hatay, Kilis, Sivas)   yaklaşık 200 ile 250 bin kişiyi göçük altında bırakmıştır. Depremler, Türkiye Cumhuriyeti’nin tek erkli yönetimde, tek yetkili AFAD’ın, arama-kurtarmacılıkta, ilk günü çok önemli olan, “ivedi durum yönetiminde”, 160 bin km2 etki alanı ile birçok ülkeden geniş alanda oluşan göçüklere el koymasının gecikmesiyle, olağanüstü bir kırana dönüşmüştür.

Yurttaşlarımızın ölümü, Kurtuluş Savaşında yitirdiğimiz 38 bin Mehmetçiğin sayısını aşarak, en az 50 bin beklentisine yaklaşmışken, oluşan bu boyutsuz kıyım, doğanın olağan işleyişi değil, bir “yazgı olarak” nitelendirilerek, ezgin toplum avundurulmaya çalışılmıştır. Şemsi Tebrizi’nin dediği gibi,  “Yazgım böyleymiş deyip boyun bükmek cehalettir. Yazgı yolu tamamı değil, yalnızca yol ayrımıdır. Gideceğin yol bellidir, ancak dönemeç ile sapaklar yolcunun seçimidir. Öyleyse ne yaşamın egemenisin, ne de yaşam karşısında çaresiz.”

2020 Sivrice (M6,6) depreminden sonra tüm jeofizikçi ile yerbilimcilerce, bir gün, Kahramanmaraş’ta M6,7 ile M7,2 büyüklüğü arasında deprem beklendiği uyarılmıştır. Ne var ki, deprem tek değil üç tane, ayrıca beklenenden daha büyük olmuş, 160 km2’de olan tüm illerde MMC ölçeğine 12 yıkım gücünde oluşmuştur. Üç büyük deprem, büyük borç içinde, bir yanda yılgı(terör) ile çatışan, öte yanda Suriye ile savaşan, yaklaşık 10 milyon sığınmacının birçoğunu bu bölgede barındıran, ülke ile toplumun geçim sıkıntısı içinde olduğu bir durumda yakalamıştır.

Başımıza gelen bu büyük kıran, 1950’den beri köyden kente göçen, yoksul, dar gelirli, eğitimi düşük toplumun, kentlerde her seçim döneminde çıkardığı “yapılaşma barışı” güvencesiyle, bilimden uzak, yerin dirilik ile davranış özelliklerini hiçe sayarak, birinci önemde sulak, tarım alanlarında, kurutulan göl, bataklık ile ırmak kıyılarında, kuralsız biçimde kentleşmesinin sonucu, yürekte acılar bırakan bir büyük kıyıma dönüşmüş, ülkemizde eşi görülmemiş onulmaz bir güvenlik sorunu yaratmıştır.

Bu deprem, geçen yıl 110 milyar dolar ticaret açığı veren, kabaca 450 milyar dolar borç içinde kıvranan Türkiye’ye en az 87 milyar dolarlık ek bir yük getirmiş, deprem görenlerin birçoğu Batı ile Akdeniz illerine göçe başlayarak iç göç barınma ile bayındırlık, geçim sorunları yaratma eşik konumundadır. Tarım ürünlerinin %21’i, iplikçilik ile tekstilin %42’sini karşılayan sanayileşmiş bu kentlerin göçmüş durumu, besinde, vergi toplamada, hayvancılıkta ülkemize büyük bir darbe vurmuş, vuracak, yaşam pahalılığını da arttıracaktır.

İncelenen 830 bin yapının, 105 bini yıkılmış ya da ağır hasarlıdır. Bunun %49’u hasarsız, oturulabilir, %73 az hasarlı olup az hasarlı sayısı 284 bin, ölü sayısı bugün için 41 bin, yaralı sayısı 107 bin dolayındadır. Göçük altından ölü ya da yaralı 148 bin kişi çıkarılmış, göçük altında halen kurtarılmayı bekleyen 50 ile 100 bin kişi aşağıda, yakınları da yüzeyde umutla beklemektedir.

Bir kez daha depremlerin ülkemizde en büyük güvenlik sorunu olduğu ortaya çıkmıştır. 160 bin km2’de ortalama km2 başına 125 kişinin yaşadığı, yapı yoğunluğunun km2’de 25 olduğu bu bölgede oluşan 12. Derece hasar ile 87 milyarlık yitime neden olduğu düşünülürse, Kuzey Marmara’da her an beklendiği söylenen deprem(lerin), 5 bin km2’lik alanda km2’ye 3 bin kişinin düştüğü, yapı yoğunluğunun km2 de 340 yapının düştüğü İstanbul’da oluşmasının nasıl dehşet bir ülke güvenliğini sarsıcı olay olduğunu gözler önüne sermiştir.

Ülkemiz toprakları üzerinde yeraltı varlıklarımız, limanlarımız, adalarımız, işletmelerimiz ile sanayi kuruluşlarımızın birçoğu yabancıların eline geçmiştir. Toplum, üreten değil, tüketici konumuna düşmüştür. Köylü köyünde üretim yapamamış, çaresiz toprağını bırakarak İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Antalya, Mersin, Adana gibi büyük kentlere doluşmuş, Anadolu’nun binlerce yıllık tarım ile hayvancılık belleği, deneyimi neredeyse ortadan kalkmış, toplum kendi topraklarında beslenemez duruma düşmüştür. Ülkenin geleceği olan yetişkin, aydın gençlik, çaresizlik içinde, umudu dışarıda arayarak ülkesini terk etme aşamasına gelirken, komşu ülkelerden sınırsız niteliksiz sığınmacı ya da göçer ülkemize denetimsiz olarak alınmış, ülkemizin erinç ile güvenliği ortadan kalkmıştır.

Bu durumda Türk ulusuna düşen görev, parti ayrımı gözetmeden, ulusal ülkede birleşerek, el ele tutuşup tek bir güç olarak, çağdaş eğitim ile üretimi arttırarak, sağlam yerde sağlam yapı dikerek bir an önce bu sıkıntılardan ülkemizi çıkartmaktır.

Deprem dokuncalarını savmak için kentlerimizi tarım ile sulak alanlarda değil, kayalık tepelerde, toplumu mutlu edecek biçimde yeniden kurmalıyız. Becerimizi göçük altından kişileri kurtarmaya değil, depremde yıkılmayacak yapıları yapmaya yönlendirmeliyiz.

ÇÖZÜM

1. Üretimi arttırmak, laik eğitimi çağdaşlaştırmak

2. Birinci önemde deprem ülkesi olan ülkemizde, İnşaat Mühendisleri, Mimarlar ile Jeologlar deprem konusunda ders almadan mezun oluyor. Bu dalların lisans eğitimlerine,

   a- Uygulamalı Deprem Bilimi(Sismoloji)

   b- Yapı ile Yapılaşma Jeofiziği dersleri zorunlu ders olarak konmalıdır.

3. Yapıları kasap, bakkal değil yalnızca İnşaat ile Mimarlar yapmalıdır.

4. Yapı Denetim Kuruluşlarının adı ile işlevi “Yer-Yapı Denetim Kuruluşu” (YYDK) olmalıdır.

5. YYDK yerin denetimi için jeofizik, jeoloji, geoteknik mühendisleri bulundurmalarıdır.

6. Ayrıca YYDK’ler, denetlediği her yapının sigorta kurumu olmalıdır. Yapı göçerse katlı olarak bedelini ödemeli, canlılar ölürse katlı olarak para ödemeli, yetkisi geçersiz kılınmalıdır.

7. Her yapı için “Yer-Yapı Güvenlik Belgesi” oluşturulmalı, tapuya işlenmelidir. Yapıyı kiralayacak ya da satın alacak kişi tapudan durumu öğrenmelidir.

8. Ovalarda tarım alanları, sulak alanlar, göl, deniz, ırmak kıyıları yeşil alan olarak ayrılmalı, asla yapılaşma izni verilmemelidir.

9. Yerleşim alanları tıpkı Roma ile Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi tepe ile yamaçlarda kurulmalıdır.

10. Bir yerde kaç katlı yapı yapılacağını, jeofizik mühendisleri titreşim ile sarsım (sismik) ölçüler alarak karar vermeli, bunun dışına çıkılmamalıdır.

11. İlk, ortaokullara Kıran(afet) ile Kurtarımcılık dersleri konmalı, Jeofizik ile Maden Mühendislerince bu dersler, kursalar verilmelidir.

12. Deprem görmüş yerleşim alanları, yeni yerleşimlere kapatılmalıdır. Sarsılmış yapılar kısmen ya da bütünüyle onarılıp yerleşime açılmamalıdır.

13. “Deprem teknolojileri ile endüstrisi” kurularak sağlam yapı gereçleri ile sarsım yalıtıcıları (seismic isolator) üretilmeli, yaygın olarak kullanılmalıdır.

14. Betonarme yapılaşma bırakılmalı, çelik omurgalı yapılaşmaya geçilmelidir.

15. Hasar belirlenmesi, yalnızca beton karotu alınarak, gözle incelenerek belirlenemez. Yer ile yapının rezonansına, yerin sarsıntı büyütmesine, yeraltı suyu düzeyine, yerin taşıma gücüne, yapının uzun kıyısının kırığın uzantına göre durumuna bakarak karar verilmelidir.

Daha yapılacak birçok iş vardır.

Durmak yok.

Varlığımızı yurdumuza armağan olsun.

Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan

İTÜ Maden Fakültesi Em. Öğretim Üyesi

Boğaziçi Aydınlar Topluluğu Kurucu Başkanı

19 Şubat 2023

Bir yanıt yazın

Başa Dön