500 Yıl Sonra…. Aynı Acı, Aynı Dağınıklık…

Ayhan AYDIN

26 Aralık 2022

Bu satırları yazarken hüzünlenerek yazıyorum…

Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim arasındaki Çaldıran Savaşı’ndan yani 1514 yılından beri Alevi – Bektaşi – Kızılbaş toplumu devlette sürekli daha fazla örselenen, sürülen, kıyıma uğrayan, ötekileştiren bir topluluk oldu.

Hangi ocaktan, hangi tekkeden, hangi yöreden olursa olsun hangi Türkmen boylarından olursa olsun Alevi – Kızılbaş, Bektaşi toplulukları devamlı saldırı, sindirme ve dolayısıyla kendilerini savunma konumunda oldular.

Bu yazgı çok ciddi şekilde değişmeden cumhuriyet devrinde de sürdü; Osmanlı’nın başında kılıç ve sürgünü eksik etmediği Aleviler; Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta ırkçı – gerici – faşist saldırılarla aynı ölümü, zulmü, sürgünü yaşamaya devam ettiler.

Kentleştiler, 30 – 40 yılda varsıllaştılar ama inançlarını, kültürlerini yaşamak ve yaşatmak için de örgütlendiler, cemevlerini kurdular.

Biraz doyuma ulaştılar, ama içlerindeki kökler, öz sevgileri yine onları Alevi – Bektaşi kimliklerinden dolayı, Alevi olmalarından dolayı yine de Aleviliklerini haykırmak, göstermek, hissettirmek zorunda bıraktı.

30 yıllık Alevi örgütlülüğünde çok çok güzel işler de yapıldı.

Ama önüne çok ciddi hedefler koyamayan, tarihte yaşadıklarından dersleri tam çıkaramayan, tembelleşen, çıkar ağlarına, boş konuşmanın rehavetine düşen toplum ve onun sözde temsilcileri, hep aynı şeyleri tekrar etmekten başka yol bulamadan, ezberden konuşmaya, binlerce yıllık kadim Alevilik – Bektaşilik hazinesini bir mirasyedi gibi tüketmeye başladılar.

Meydanlarda olan zamanla farklı dillerden konuşsalar da aslında aynı karakterdeki kurum temsilcileri, dedeler, aydınlar vs. yeknesak çoğunluk çözümü polemiklerde, birbirlerini suçlamakta ve bir yerlere dayanmakta buldular.

Her şeye rağmen ama her şeye rağmen halk aynı halk; tertemiz, pırıl pırıl, özünü yaşamak isteyen Alevi – Bektaşi kitlesi.

Ama ne acı ki bir bakıyorsun sürekli mağduriyet edebiyatı yapıp birilerini siyasi rantçılıkla suçlarken kendisi bir siyasi partinin dayatmalarının adeta sözcülüğüne soyunmuş, başkalarını suçluyor.

Birileri toplum adına meydanlara çıkarken kendilerini ve yaptıklarını ön plana çıkarıp, toplumun temeline, aydınlara, dedeler, ozanlara tam ulaşamadan genel istekleri tekrarlamakla yetiniyorlar.

Bir yanda ise birileri Afrika’ya su kuyusu yaparak yardım eli uzattığını söylerken, bugüne kadar hiçbir ciddi proje geliştiremeden, “Ali’siz Aleviliği” savunanlar yok edilsin de, yok edenler Aleviliği Şiiliğin batağına mı çekiyor, sözde anmasını yaptıkları Maraş Katliamını yapanlara yakın mı duruş sergiliyorlar önemli değil…

Bu şuursuzluktan bu topluma bir fayda çıkması mümkün mü?

Aydını, yazarı, dedesi, gazetecisi, akademisyeni tek tipleşen, sorgulama, eleştiri gücünü kaybeden toplum elbette asimile olmaya mahkûmdur.

Ülkemizin tüm baskılara rağmen yaşadığı kuşatmaları bir ölçüde kıran bağımsız, mücadeleci sivil toplum kuruluşları, “muhalif basını” ve özgür iradesi Alevi – Bektaşi toplumu için de gereklidir.

Kurumlara güdümlü, yazar tv., radyo kanalları özgür ve özgün olabilir?

Topluma ulaşacak bağımsız kanallar olmalı…

Sözde kurum başkanı, dede, profesör, kanaat önderi adı altında bu inancın öz değerlerinden uzak, polemikçi, çıkarcı, bencil, bir başkasını suçlarken alasını kendisi yapıp bunu ustalıkla gizleyen hokkabaz takımından bu toplum temizlenmezse, her şey paylaşımla, birlikte, tarafsız, çıkarsız, beklentisiz yapılmazsa, “tarikatlar – cemaatler” yapılanması gibi, zaten sayısız sahtekar ve sahte anası, dedesi, önderi türemiş, parça parça olmaya yüz tutmuş bu toplum iyice tükenişe geçer…

Sünni’lere laf söylerken, onları din adına sömürenleri suçlarken, aynı durumda kendimizi görmemiz çok da şaşırtıcı olmayacaktır sevgili dostlar…

(Bu yazıyı yazdıran, aynı gün İstanbul’da Aleviler adına üç ayrı yerde etkinlik yapılması, üç ayrı kafanın – zihniyetin kendilerince çalışmalar sergilemeleridir.)

Muhabbet ehline aşk ile…

Ayhan Aydın

26 Aralık 2022

Bir yanıt yazın

Başa Dön