İşçi Sınıfının 15-16 Haziran Direnişi unutulmasın!


Erdem GÜNALP

01.01.2022

Can yoldaşlarım; Bizler isçi sınıfının 15-16 Haziran 1970 isçi sınıfının genel grev direnişleri, hala bizim belleklerimizdeki yerini koruyor. İşçi sınıfı anayasanın 34 maddesi gereği, barışçıl toplantı ve gösteri hakkımızı neden kullanmıyor?

Emperyalistlerin yerli işbirlikçileri işçi sınıfının grev veya gösteri hakkını gasp ederek, halkın üzerinde korku iklimi yaratarak sorunu çözmek yerine çalışanların güvenliğini koruması gerek güvenlik güçleri ile devamlı karşı karşıya getirilmesi asla kabul edilemez.

İsçi ve emekçilerin olmadığı bir yerde, işverenin fabrikasının olması bir şey ifade etmez. Çalışan tarafla, işveren tarafı birbirini tamamlayan iki ana gövdedir, birinin eksikliği diğerinin yokluğudur.

Çalışanlar, emeğini satarak yaşamlarını idame ettirenler ile işverenlerde, çalıştırdığı personelin ücretlerini emekleri karşılığı ödemekle yükümlüdür. Herhangi bir uyuşmazlık halinde iki tarafında 274- 275 sendikalar yasası gereği karşılıklı yükümlülükleri vardır.

İşçi ve işveren sendikaları karşılıklı olarak bir araya gelir uyuşmazlık maddelerini görüşür, anlaşma sağlayamazlarsa uyuşmazlık tutanakları tutulur, karşılıklı anayasal haklarını kullanır, İşçi sendikası grev kararı alır işveren tarafı lokavt kararı alarak işyerine asarlar.

İşçiler fabrikada makinaların şart elleri düşürmüş üretimi durmuştur olur, işveren dışardan işçi getirip üretim yapmaması için fabrikanın önüne sendika tarafından grev çadırı kurulmuş, işyeri temsilcileri grev gözlemcileri olarak nöbete başlarlar.

Fakat bu yasal içlemler dururken, işveren işyerine güvenlik güçlerini çağırarak işçilere insanlık dışı muamele yapılıyor, gözaltılar sorgular derken, gözdağı veriliyor, bu vesileyle işverenin sırtını sıvazlıyorlar.

Çalışan emekçiler tek vücut yasal haklarını korumaya çalışırken, üzülerek ifade edeyim ki, zaman zaman çok şahit olduğumuz, iktidar taraflı olarak ülke güvenliği bahanesiyle grev erteleme hesapları yaparak patronlarla zaman zaman aynı safta durarak, grevleri süreli veya süresiz ertelediklerine çok tanık olduk, hala olmaya devam ediyoruz.

Bu haksızlıklar karşısında ülkemizin emekçileri 15-16 Haziran 1970 yılında olduğu gibi tek vücut, tek ses tek yürek olmalıyız, haklarımızı söke söke almalıyız.

Ülkeniz Tüm ezilen halkları bu gibi gelişmeler karşısında duyarlı ve tek vücut olmalıdır, demokratik hakların kullanılması için topluca meydanlarda yasal haklarını talep etmelidir.

Ama! Bugün gelinen noktaya bakıyoruz, açlığın yoksulluğun ve işsizliğin kol gezdiği ülkemizde meydanlarda yeterli bir kitlesel hak taleplerini dile getiremiyorlar, çünkü, korku toplumu yaratmak isteyenler, yaratıkları korkularda kendi tarih sahnelerinden silinip yok olmuşlardır.

Neden! İşçilerin, emekçilerin, küçük esnaf ve sanatkarlar evlerinde yorganlara sarılarak ısınmaya çalışıp, dizlerini döveceklerine, meydanlara çıkıp açlığın, yoksulluğun, bedenlerini sarıp sarmaladığını, geçinemediklerini, elektrik, dola gaz faturalarını ödemede zorlandıklarını topluca barışçıl yüksek sesle dile getirmeleri gerekmez mi?

Yavrularına harçlık veremediklerini, bir pantolon veya bir mont dahi alamadıklarını, istedikleri gibi beslenemediklerini dile getirmek ne zamandan beri suç oldu. Devletin kurumlarında görev yapan bazı kişiler Devletten üç, dört, beş maaş alırlarken, bizim çocuklarımız yatağa neden aç girdiklerini yüksek sesle sormaları hakları değil mi?

Hak verilmez alınır, ilkesi unutmuşuz galiba; Bir çuval kömüre, bir kilo pirinç, bir paket çaya, bir paket makarnaya razı olan köleci bir toplum haline getirildik.

Siyasiler seçim kazanma hesapları ile dağıtılan kömürde, makarnada, pirinçte, çaylarınızda sizlerin olsun, bizler kimseden sadaka istemiyoruz. Sonuçta dağıttığınız malzemeler halkın parası ile finanse ediliyor, siyasilerin cebinden çıkmıyor.

Evet gün tüm emekten yana ezilen halklar gün birlik günüdür, haklarınızı söke söke alma günüdür, gelecekte çocuklarımızın iş, aş kavgası yaşamasını istemiyorsak, tüm emekçilerin bir adım ileriye çıkma günüdür.

Değerli emekçi dostlarım, CHE yoldaşın çok güzel bir sözü vardır, mücadele etmezseniz peşinen kaybetmiş sayılırsınız, ama mücadele ederek kaybedersek, biz ezilen halklara çok şey katacağını biliyoruz, mücadelemiz büyür etrafa dal budak salar.

Asgari ücretin 4250 olarak belirleyenler şunu unutmasınlar ki zamlı maaş cebimize girmeden yılbaşı gecesi doğal gaza, elektrik ve akaryakıta yapılan zamlarla geri alındığını hepimiz yaşayarak görüyoruz.

Dünya şairimiz Nazım ustamızın dediği gibi mücadele ederek, onurumuzla emeğimizi kazanarak, güzel günler göreceğiz çocuklar.

Üreten bizleriz, er geç yönetende bizler olacağız.

Bir yanıt yazın

Başa Dön