MARMARA DENİZİ KURTARMA PLANI

MARMARA DENİZİ

Atom DAMALI

İSKİ Eski Genel Müdürü

İsmim Atom Damalı. 1984 yılı sonlarından 1989 yılı başlarına kadar İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi İSKİ’nin Genel Müdürü olarak görev yaptım.

1983 yılı Türkiye’de yerel yönetimlere yetki verilmesi açısından tarihi reformlar yapıldığı bir yıldır. İmar planları ve alt yapı kararları için yetki merkezi idareden alınarak yerel yönetimlere verildiği ilk yıldır. Bu yetkilendirmeden önce, 1983 yılında alt satırlarda yazacağım İstanbulda yaşanan su ve atıksudaki sorunlarına o yılları yaşamış olanlar dışındakilerin inanmayacağını düşünüyorum.

1983 yılında 5,5 milyon nüfusun sadece %52 sine su verilebilmekteydi. Yani halkın yarısının evlerinde ya hiç su akmıyordu veya evler haftada sadece belirgin 2-3 günde su alabiliyordu. İstanbul’un su borularının çoğu tıkanmış veya kansorejen bir malzeme olan asbest borulardandı. İçme suyu havzasının korunması diye bir kavram yoktu ve isteyen istediği alana kaçak inşaatlar yapabilmekteydi. İçme suyu hatlarına atıksu karışımı olduğu için, İstanbul halkı kolera tehdidi altında yaşamaktaydı… Yeraltı suları tamamen kontrol dışı bir kullanımdaydı. Sanayi tesisleri hiçbir denetim olmadan istedikleri kadar yeraltı suyu kullanıp, kirlettikleri suyu atık olarak, hiçbir arıtma olmaksızın Boğaziçi’ne, Haliç’e ve Marmara Deniz’ine yüzeyden akıtmaktaydılar. Kıyıları atıksularını serbestçe denize dökebilen sanayi tesisleri ile doldurulmuş Haliç, belki de dünyanın en kirli iç denizi haline geldi. Kokusundan dolayı Haliç’in 200 metre yanına dahi yaklaşılamıyordu. İstanbulda sanayi veya kentsel bir adet dahi arıtma tesisi yoktu. Bırakın arıtma tesisini, ortaya çıkan atıksuyun %10’unu dahi taşıyacak kanalizasyon borusu yoktu. Kollektör, tünel, pompa istasyonu, deniz deşarjı vs nin ismi dahi yoktu. Mevcut %10 kanalizasyon borularının görevi de atıksuları bir kaç kilometre öteye taşıyıp yüzeyden denizlere aksın diye doğaya serbest bırakılıyordu. Foseptik çukurları ile toplanan atıksular da 3-5 kilometre taşındıktan sonra kimsenin görmediği bir yerde derelere veya denizlere boşaltılıyordu… İnanmadınız değil mi? Maalesef bu yukarıda yazdıklarımın hepsi gerçek…

Peki 1989 yılında görevi bıraktığımızda su ve kanalizasyon durumu nasıldı? Başlattığımız mücadele sonucu bu 5 yıllık süreçte yapılan Darlık ve Büyükçekmece barajları, arıtma tesisleri, boru hatları ile, nüfusu 6,8 milyona çıkmış olan İstanbul halkının %92 si her gün devamlı su alabiliyordu. İstanbul eski su borularının sağlıklı duktil borularla değişimi için büyük bir çalışma başladı. Yüksek teknolojili bir uzaktan merkezi yönetim sistemi olan SCADA kontrol sistemi Türkiye’de ilk olarak İSKİ de uygulamaya kondu. İçme suyu havzalarının korunması için yönetmelikler çıkartıldı. Türkiye’de ilk defa sanayinin kullandığı yeraltı suları denetim altına alındı, kuyulara su saatleri takıldı. Atıksu için “kirleten öder” prensibi uygulanmaya başlandı. Tabii ki arıtma tesisi yapana kadar belli süreler verilerek sonsuza kadar kirletip para ödemelerine de izin verilmedi. İstanbul’da atıksu yatırımları Dünya Sağlık Örgütü’nün öncülük ederek yaptırttığı Damoc Master Planına göre yapılması gerekir. Bu plana göre 1. aşamada uygulanması gereken yatırım stratejisi; yüksek debili akıntı olan Boğaz’a akan atıksuların toplanması (Yenikapı, Baltalimanı, Moda ve Küçüksu) ve ön arıtma ile boğazın alt akıntılarına verilmesi, akıntının olmadığı (Ataköy, Küçükçekmece, Tuzla vb) gibi bölgelerde denizi kirletmeyecek entegre biyolojik arıtma tesislerinin inşa edilmesiydi. 1984-89 yılları arasında atıksu yatırımları şehri şantiye alanına çevirdi. Bu dönemde 1. aşama atıksu yatırımlarının TÜMÜ Dünya Bankası IBRD tarafından sağlanan kredilerle ihaleye çıkıldı. Sahilleri işgal edilmiş olan Haliç’in her iki yakasında yer alan yerleşim ve sanayi tesisleri kaldırılarak yeşil alan haline getirildi. Kollektörlerle çevrelenen Haliç’e atıksu girmesi engellendi, Yenikapı havzası atıksu ön arıtma sistemi tamamlandı. Yenikapı havzası atıksu sistemine biyolojik arıtma ilave edilmesi için Zeytinburnu’nda sahil dolgusu yapıldı. Baltalimanı havzası atıksu ön arıtma sisteminin %70’i tamamlandı, Moda atıksu ön arıtma sisteminin %45’i tamamlandı, Pendik – Moda arası sahil kollektörlerinin % 70’i tamamlandı, Boğaz’dan uzaktaki biyolojik arıtma tesisleri ihale edildi. Bu yazdıklarınız çok güzel de yapamadığınız birşey yokmu diye soracaksanız, cevabım, evet var olacaktır. 1988 yılında Ömerli Barajı içme suyu havzasında olmasına rağmen, belediye ilan edilmiş olan Sultanbeyli Belediyesi’nin kuruluşuna engel olamadık.

Peki, 1989’dan 2021 yılına kadar geçen 33 yılda ne yapıldı? Yapılan en önemli şey, İstanbul’un nüfus artışı engellenmeden, adeta teşvik edilerek, 6,8 milyondan 16 milyona çıkartılması oldu. İmar rantı, gökdelenler, içme suyu havzalarındaki yeşil alanların korunamaması, nüfus artışı İstanbul’u ve çevresindeki denizleri kaldıramayacağı bir kirletme yükü ile karşı karşıya bıraktı. Daha da acı olanı bu nüfus artış baskısının ve Kanal İstanbul gibi projelerle İstanbul nüfusunu arttırma çalışmalarının en üst seviyeye çıkmış olmasıdır.

Gelelim çevre kirliliği konusunda bu 33 yılda ne yapıldığıdır… Maalesef bu onlarca yılda ağırlıklı olarak sadece 1. aşama atıksu yatırım hedeflerinin tamamlanması gerçekleşebilmiştir. Halbuki bu aşamada 2. aşama atıksu yatırımlarının tümü entegre biyolojik arıtma tesislerine dönüştürülmesi yatırımlarının tamamlanması gerekirdi. Hatta yapılmış olan Zeytinburnu dolgu sahasına ileri arıtma tesisi inşa etmek yerine, bu alan miting alanıymış gibi kullanılmaya başlandı. Bu arada İSKİ’nin 2021 yılı sonunda 2 önemli biyolojik arıtma tesisinin işletmeye açılacağını söylemesi, içimizi biraz rahatlatacak müjdeli haberlerdir. Gün, geçmişi kritik etme günü değildir. Sorumluluğu alarak eksik olan planlamanın, yatırımların, denetlemenin hızla yapılmaya başlama günüdür… Başta İstanbul olmak üzere Marmara Denizi’ne kıyısı olan şehir belediye yöneticileri ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı çok ciddi bir sınavla karşı karşıyadır.

Eğer dünyanın en büyük çevre felaketlerinden birini yaratmış bir ülke olmak istemiyorsak, bana göre aşağıda yazılı önerilerin hızla uygulamaya konması gerekir…

Eğer yıllarca süren bir çalışma neticesinde yaratılan Türkiye ve İstanbul marka değerini ve turizm kapasitemizi kaybetmek ve İstanbul emlak piyasasında kriz yaratmak istemiyorsak, ağır maliyetleri olan aşağıdaki yazılı önerilerin bana göre hızla uygulamaya konması gerekir…

1- Öncelikle kanunla özerklik verilmiş yeni yetkili ve sorumlu bir bilim kurulu oluşturularak ( Örneğin; MDDK, Marmara Denizi Denetleme Kurulu gibi ) karar yetkisinin bu kurula verilmesi gerekir. Kurulda günlük politik çekişmelerden ve hükümet etkisinden uzak olacak şekilde; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, tüm ilgili Belediyeler, Vilayetler, Üniversiteler, İş çevrelerinin temsilcileri yer almalıdır.

2- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ve Marmara’ya kıyısı olan Belediye’lerin şehirlerinde belli bir süreyle yapacakları nüfus artışına yol açacak yeni imar planları oluşturmaları kanunen yasaklanmalıdır. Yeni imar planı yapılması sadece ;

– kamu düzeni ve güvenlik ihtiyacı için

– çevre koruma amaçlı tedbirler için ve

– kalkınma planına uygun yatırımlar için kısıtlı olarak yapılabilmelidir.

3- Geçerli imar planında inşaat hakkı olan, ancak inşaat ruhsatına bağlanmamış binaların belirlenecek blr süre inşaat ruhsatı verilmemelidir.

4- Kurulacak kurumun, Marmara havzasında belediye ve sanayi kuruluşlarının atıksu arıtma tesislerini denetleme yetkisi olmalıdır. Bu kurum belediye ve sanayi tesislerine

– atıksu arıtma tesisi yapmaları için teşvik verecek,

– atıksu arıtma tesislerinin durdurulmadan çalışmasını sağlamak için tesisin elektrik tüketimini denetleyecek ve hatta elektrik faturalarını teşvik kapsamında kurum ödeyecektir.

5- Kurulacak kurum, Marmara Denizi’ne zarar veren sanayi tesislerine ceza uygulamaya, hatta arıtma tesisi yapmakta direnenlerine faaliyetten men kararı almaya yetkili olmalıdır.

6- Vakit geçirmeden Kanal İstanbul projesinin iptal edildiği açıklanmalıdır. Belirlenecek bağımsız ve yetkili bilim kurulu gerek görürse diğer yatırımlar gibi Kanal İstanbul’un yapılması ile ilgili kararı tekrar alır.

Bu tedbirler ne zamana kadar geçerli olması gerekir diye sorarsanız, bence; İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi İSKİ’nin ve Marmara havzasındaki önemli diğer mevcut atıksu arıtma tesisleri entegre biyolojik arıtma tesisine dönüştürülene ve Marmara havzasındaki tüm sanayi kuruluşlarının atıksuları denetim altına alınana kadar bu seferberlik devam etmelidir. Bu konu siyasi bir hale getirilmeden düzeltilerek, torunlarımıza gurur duyacakları bir Marmara Denizi bırakmak hepimizin görevidir…

Bugünkü Türkiye’de bu önerilerin uygulanabileceğine inanıyormusunuz diye sorarsanız, ona da maalesef olumlu cevap veremiyorum…

Bir yanıt yazın

Başa Dön