*VERGİ* (Osmanlı’dan günümüze)

*VERGİ*

Osman AYDOĞAN

10.07.2023

Osmanlı Beyi II. Mehmet, İstanbul’u fethedip Doğu Roma İmparatorluğunu ele geçirince Doğu Roma İmparatorluğunu yıkmadı, **Doğu Roma İmparatorluğunun bütün kurumlarını alıp adını da değiştirerek*

*’Osmanlı İmparatorluğu*’’ yaptı. Kendisi de Fatih Sultan unvanını aldı.

*Fatih Sultan Mehmet*, yeni imparatorluğun ‘’*Türk – İslam İmparatorluğu*’’ olmasını isteyen *Başvezir Çandarlı’nın da boynunu vurdurup yerine Sırp asıllı Zağnos Paşa’yı getirdi*.

*Tabii Osmanlı bu şekilde Doğu Roma İmparatorluğunun devlet geleneğini de aldı*.

Doğu Roma İmparatorluğu devlet geleneğinde devlet maliyesi ‘’Fetih – Ganimet ve Vergi’’ üzerine inşaa edilmişti… Osmanlı İmparatorluğunu da devlet maliyesini bu üç kalem üzerine oturttu: ’*Fetih – Ganimet ve Vergi*’’.

*Osmanlı Yavuz Sultan Selim’den sonra da Arap Emevi alışkanlığı olan “kisrâ” (şaşa, lüks, saray, itibar, ihtişam) geleneğini de devlet geleneği haline getirir*…

İstanbul’un dibindeki Trakya, Adapazarı ve Bursa ovaları bomboş iken İstanbul, Mısır’dan gelen ganimet buğdaylarla beslenirdi. Ege ve Marmara’da buğday gemileri fırtınaya yakalanınca İstanbul halkı aç kalırdı…

Ve Osmanlı Anadolu’ya hep düşman gözüyle baktı… Osmanlının Anadolu’da döktüğü Türk kanı Balkanlardaki döktüğü Slav kanından misliyle fazladır…

Osmanlı, Anadolu Türkmenlerini ”*Etrak-ı bi idrak*” (Düşüncesiz, akılsız Türkler) olarak tanımladı. Naima Mustafa Efendi, ‘’*Naima Tarihi*’’nde (Zuhuri Danışman Yay., 1967) Osmanlının Anadolu Türklerini bundan başka şu sıfatlarla nitelendirdiğini yazar: “*Nadan Türk*” (Cahil, kaba Türk), “Türk-ü bed-lika” (*Çirkin suratlı Türk), “Etrak-ı nâ-pak*” (pis Türkler), “*Çoban köpeği şeklinde bir Türk*”, “*Hilekâr Türk*”. Hırvat kökenli olan Kuyucu Murat Paşa Anadolu’da 155 bin Anadolu insanını kıyımdan geçirirken “*aman*” dileyenlere karşı “*Vurun şu pis Türkün başını*” dediği söylenir…

Bu konuları Çetin Yetkin üç ciltlik kitabında (*“Türk Direniş ve Devrimleri*”, Otopsi Yayınları, 2003) çok güzel anlatır…

Prof. Dr. Ziya Kazıcı’nın ‘’*Osmanlı’da Vergi Sistemi*’’ (Bilge Yayınları, 2005) adlı kitabı da Osmanlı’nın vergi sistemini anlamak için güzel bir kaynaktır.

Osmanlı İmparatorluğu zayıflayıp da ‘’*fetih ve ganimet*’’ kalemi kalmayınca, Balkanları da kaybedince Osmanlı bütün gücüyle Anadolu’ya ‘’*vergi*’’ olarak abandı….

Anadolu’da Osmanlıya karşı söylenen anonim bir deyiştir:

“*Şalvarı şaltak Osmanlı*

*Eğeri kaltak Osmanlı*

*Ekende yok, biçende yok*

*Yemede ortak Osmanlı**”

Yüzyılların kahrı dolu bu deyişi Çağatay / Azerî ağzıyla söylenir. ‘’Ekende yok, biçende yok’’ kısmında geçen ‘’de’’ ek / bağlaç olarak değil, bir ağız yazımı şeklinde yazılır. Yani ‘’*ekende yok*’’: ‘’ekerken yok’’ (yani üretimde yok) anlamındadır…

Bu deyiş Taner Timur’un, “*Osmanlı Toplumsal Düzeni*” (Turhan Kitabevi, 1979) kitabında ve Erol Toy’un iki ciltlik “*Kuzgunlar ve Leşler*” (Ulak Yayıncılık, 2017) romanının giriş kısmında geçer…

*Bu gelenek Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Mustafa Kemal Atatürk tarafından değiştirilir*, *Anadolu’nun sırtındaki vergiler kaldırılır ve Türkler üretime yönelir*….

Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra gelenler ve özellikle Osmanlı’nın evladı, ardılı olduklarını söyleyenler tarafından fethedilecek bir ülke bulamayınca kisrâ (*saray, lüks, itibar, ihtişam*) geleneğini de sürdürebilmek için Cumhuriyetin bütün kazanımlarını, fabrikalarını ve Anadolu’nun toprağını bir ‘’*ganimet*’’ olarak görüp satarlar ve satacak bir şey kalmayınca da yine Osmanlı geleneği olarak ‘’*vergi*’’ye abanırlar.

Çünkü Osmanlı zihniyetinin Anadolu Türküne vereceği vergi, aşağılama (“*geri zekalı, sefil, zavallı, gafil, eşkıya, çürük, sürtük, haysiyetsiz, ahlaksız*.”) ve zulümden başka hiçbir şeyi yoktur…

Devam edecek….

Osman AYDOĞAN

Fatih Sultan Mehmet (1)

29 Mayıs 2021

568 yıl önce bugün 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmişti…

Sözde İstanbul’a meftun olanlar ne yapacaklardır fethin 568’inci yıldönümünde diye merak etmeye heç gerek yohtur… Eğer Koranavirüs tedbirleri olmasaydı her yıl yaptıkları gibi uyduruktan laf olsun diye sadece hamasetten oluşan bir-iki demeç, ilk mektep seviyesindeki Ortaçağ’ı andıran müsamereler, Ulubatlı Hasan, surlar… Tüm bildikleri çünkü bunlar… Tarihini dizilerde, geçmişini masalda, geleceğini ise falda okuyanlar zaten Fatih Sultan Mehmet’i ne anlayabilirler ve ne de hakkıyla anabilirler… Ancak bu konu onların sorunudur… Onlar Fatih Sultan Mehmet’i anlayamaz ve anlatamazlar… Ama Fatih Sultan Mehmet’i benim anlatmam lazım… Gelin Fatih Sultan Mehmet’i bir de benden dinleyin…

Ama benim yazılarım da şiirsiz, müziksiz olmaz. Bu nedenle önce size bir şairimizden ve onun bir şiirinden bahsedeyim…

Mâra Sultan

Kıymeti, değeri, derinliği ve zenginliği yaşarken –belki de hâlen – anlaşılmayan- ve ‘’Garip Akımı’’ içerisinde gerçekten de garip kalmış bir şairimiz var: Asaf Hâlet Çelebi… Asaf Hâlet Çelebi’nin de güzel bir şiiri var: ‘’Mâra’’ Ve şiir şöyle başlardı: ’’Bilmemek bilmekten iyidir. Düşünmeden yaşayalım Mârâ.’’

Birçok dilde (mesela Arapçada) “kadın” anlamına gelen Mâra, Budizm’de Buda’yı baştan çıkarmaya çalışan, dünyevi güzellikleri simgeleyen kadının da adıdır.

15’inci yüzyılda yaşamış, Trabzon imparatoriçesinin yeğeni, II. Murat’ın haremine girmiş, Bizans imparatorunun evlenmeye çalıştığı ama başaramadığı zengin bir kişidir Mâra aynı zamanda… Mâra’yı bazı kaynaklar da Sırp asıllı yapar. Yorgos Leonardos’un ‘’Hırıstiyan Sultan Mâra’’ (İnkılap Kitapevi, 2004) isimli tarihi romanı bir kişisel maceranın sürükleyiciliği çerçevesinde ortaçağ Balkanlar’ını canlandırır. Sırbistan hükümdarının kızı, II. Murad’ın eşi, Fatih Sultan Mehmet’in saygıdeğer analığı ve neredeyse son Bizans İmparatoru Konstantin Paleologos’un eşi olacak olan Mâra Brankoviç Komnenos’tur Mâra. 15’inci yüzyılda Güneydoğu Avrupa’nın tarihine yeni bir yön veren bu olaylar kitabın sayfalarında yeniden canlanır. Sırp kralı Brankoviç’in kızı Osmanlılar arasında çok ünlü olur ve Fatih ondan anamız diye söz eder… Bazı kaynaklarda Mâra Sultan diye geçer…

Fatih Sultan Mehmet kendisini yetiştiren bu saygıdeğer analığına Balkanlarda ‘’Küçük Ayasofya’’ diye bir yer alır ve bu konuda (halen Topkapı Sarayı’nın arşivinde bulunan) bir de ferman çıkarır. Fatih Sultan Mehmet fermanında saygıdeğer analığına ‘’anam Despina’’ diye hitap eder… Despina, Meryem Ana’nın isimlerinden biridir… Bakire anlamında olan ‘‘Despinis’’, İncil’de Meryem Ana’ya ithafen ‘’Despina’’ olarak geçer…

Fatih’in karısı Gülbahar Hatun da Hristiyan’dır, hiçbir zaman da dönmemiştir İslam’a. Hristiyan olarak da defnedilir. Alman tarihçi Franz Babinger, Gülbahar Hatun’un Arnavut kökenli olduğunu yazar.

III. Roma İmparatoru Fatih Sultan Mehmet

Fetihten sonra Papa, Fatih Sultan Mehmet’e bir mektup yazdığı ve mektubunda Fatih’e: ‘’Hristiyanlığı seçin! Sizi Doğu Roma imparatoru olarak selamlayalım” diye yazdığı rivayet edilir. Zaten Fatih Sultan Mehmet’in resmi unvanı da “Kayser-i Rum” yani “Romalı Kayser (Sezar)” yani ‘’Romalı İmparator’’dur… Çoğu Batılı tarihçiler de Fatih’ten III. Roma İmparatoru olarak bahsederler. Viyana Üniversitesi Tarih Bölümü hocalarından özel sohbetlerimde çok duydum bu sözü… Prof. Dr. Bertrand Michael Buchmann’ı burada yâd ediyorum. Buchmann bana ”Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde Doğu Roma İmparatorluğu’nu yıkmamıştır, adını değiştirip (Osmanlı İmparatorluğu) bütün kurumlarıyla geliştirip III. Roma İmparatorluğu olarak yaşatmıştır. Bu nedenle de Fatih Sultan Mehmet III. Roma İmparatorudur” diye anlatmıştı…

Cihanşümul (çok uluslu) bir imparatorluk

Fatih Sultan Mehmet, Anadolu birliğini öyle gönül birliği ile sağlamaz. Fatih Sultan Mehmet, Anadolu birliğini çok gaddarca sağlar. Bu uğurda çok kan döker. Tarihçi Erdoğan Aydın ‘’Fetih ve Fatih’’ (Kırmızı Yayınları, 2012) isimli kitabında Fatih’in Anadolu’da döktüğü kanların Balkanlarda döktüğünden çok daha fazla olduğunu yazar. Anadolu’daki Germiyanoğulları, Menteşoğulları, Aydınoğulları ve Karamanoğulları devletleri Fatih tarafından zorla ve kan dökülerek Osmanlıya katılırlar. Hele hele Karamanoğlu Devletine diz çöktürmek için Osmanlının Anadolu’da döktüğü kanın haddi hesabı yoktur… 

Şehzade Orhan (2. Sultan Orhan) da Bizanslı bir imparatorun damadıydı. Ve Fatih Sultan Mehmet”e karşı Konstantiniyye surlarını savunanlar arasında 600 askeriyle Şehzade Orhan da vardır!

Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra Türk ve Müslüman Çandarlı’yı idam ettirip yerine bir Rum’u getirir. Bize tarih diye okuttukları masallarda Çandarlı kuşatma esnasında güya Bizans’a yardım etti diye anlatmışlardı… Gerçekte ise arada İmparatorluğun geleceği hakkında fikir ayrılığı vardı… Çandarlı yeni kurulacak imparatorluğun ‘’Türk İslam İmparatorluğu’’ olmasını istiyordu… Fatih ise ‘’Cihanşümul bir imparatorluk’’ kurmak istiyordu… Fatih’e göre böyle bir imparatorluk ise çok uluslu, çok dinli ve evrensel bir imparatorluk olmalıydı. Fikir ayrılığı Çandarlı’nın idamı ile sonuçlanır… 

İşte tam da bu nedenle Fatih savaşta öldürdüğü imparatorun (Konstantin Paleolog), İstanbul fethedilmeseydi belki de ileride imparator olabilecek iki yeğenini de vezir yapar… Hekim Yakup Paşa (Yahudi), Koca Davut Paşa (Arnavut) ve Zağnos Paşa (Rum veya Sırp asıllı) o dönem devletin önemli kadrolarında yer alan ve başarılı olan devşirmelerdir… Bunlardan Zağnos Paşa, II. Murat‘ın kızını alarak onun damadı olur, kendi kızını da Fatih Sultan Mehmet‘le evlendirir. Fatih’in şehzadeliği sırasında onun nedimliğini yapar, şehzadeye Rumca ve Lâtince öğretir. Bugün için Balıkesir’de adına yaptırdığı Zağnos Paşa Camisi bulunmaktadır… Zağnos Paşa, Çandarlı’nın idamından sonra sadrazamlığa getirilir…

Yine aynı nedenle Ermenileri İstanbul’a yerleştiren de Fatih’tir… İstanbul’da Rum Ortodoks Patrikhanesini koruyan, Ermeni Patrikhanesini kuran ve İstanbul’da Yahudi hahambaşı bulunduran da Fatih’tir… Fatih İstanbul’u alınca şehrin adını değiştirmez, 19. yüzyıla kadar hep Konstantiniyye’dir fethettiği şehrin ismi… Ancak 19. yüzyılda ‘’İstanbul’’ ismini alır. Fatih, fetihten sonra Ayasofya’yı cami yapar ama adını yine değiştirmez!… Aya İrini de aynı şekilde kalır. Adı değişmez!

Osmanlı padişahları içerisinde en iyi eğitimli ve en uzak görüşlü olan Fatih Sultan Mehmet, neden Çandarlı’nın istediği gibi bir ‘’Türk – İslam İmparatorluğu’’ değil de böylesine bir cihanşümul (çok uluslu) bir imparatorluk kurmuş, neden yoluna III. Roma İmparatoru olarak devam etmişti?
Bunun nedenini yine tarihe ve coğrafyaya giderek göreceğiz:

Fatih Sultan Mehmet neden bir cihanşümul (çok uluslu) imparatorluk kurmak istemiştir?

Anadolu’daki en eski uygarlıklar Sümer, Asur, Urartu ve Hitit uygarlıklarıdır. Bu uygarlıklardan sonra da Anadolu’da Frigya, Lidya, Likya, Karya, Dorya, İyonya gibi antik uygarlıklar doğar. Bu uygarlıkların çoğunu bu sayfalarda, sitemde (Şehriyar) yazdım. Bu uygarlıklardan sonra da Roma uygarlığı Anadolu’yu etkisi altına alır. Yüzlerce yıl süren bu uygarlıklar Anadolu’da yaşarken Hıristiyanlık ve İslam dinleri henüz ortada yoktur. Hıristiyanlık dininin 4. Yüzyılda Orta Doğu’da ve Akdeniz’de yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte Anadolu’da Bizans İmparatorluğu ortaya çıkar. Anadolu’daki antik kültürler Hıristiyanlaşır, Hıristiyanlık antik Anadolu kültürünü asimile eder…

Osmanlının hedefi olan Balkanlar ise tam bir etnik ve mezhep mozaiği içerisinde çok mezhepli ve çok etnikli bir yapı içerisindedir. Ortadoğu zaten çok dinli ve çok mezhepli bir yapı içerisindeydi…  

Osmanlı padişahları içerisinde en iyi eğitimli ve en uzak görüşlü olan Fatih Sultan Mehmet, biliyordu ki böylesi bir tarihi geçmişi, böylesi bir etnik ve mezhep mozaiği içeresindeki bu coğrafyada bir ırkın üstünlüğüne, bir dine ve bir mezhebe dayanan ‘’Türk – İslam İmparatorluğu’’nun yaşama şansı yoktu. Kaldı ki bu yapıdaki Selçuklu İmparatorluğu Anadolu’da yaşayamamıştı…  İşte bu nedenle Fatih Sultan Mehmet Roma İmparatorluğunun mirasını devam ettirerek aynı coğrafyada Roma İmparatorluğunu Osmanlı İmparatorluğu olarak devam ettirmek, yaşatmak ister. Pek konuşulmaz ama Fatih’in kurduğu bu cihanşümul (çok uluslu) imparatorluk aslında Müslüman ve Ortodoks, Türk, Arap, Slav ve Rum bir ortak imparatorluğudur…

Fatih Sultan Mehmet’in özellikleri

Fatih Sultan Mehmet anadili Türkçe’nin yanında Yunanca, Latince, Arapça, Farsça ve İbraniceyi kusursuz şekilde konuşur. Fatih’in Latinceyi anadili gibi konuştuğu ve Homeros’u aslından okuduğu rivayet edilir. Coğrafya ve tarihe meraklıdır. Bir divan tertip edecek kadar güçlü bir şairdir. Avni mahlasını kullanarak divanlar yazar. Huzurunda Gazali ve İbn’i Rüşd’ün fikirlerini tartıştıracak kadar felsefeye meraklıdır.  Trabzon Rum İmparatorluğu’nu ele geçirdikten sonra, imparatorluğun felsefecisi Amiroutzes’u saraya davet edip onunla felsefî konular üzerinde tartışır.

Fatih İstanbul kuşatması sırasında yeni döktürülen topların balistik hesaplarını yapacak seviyede de mühendislik bilgisine sahiptir. Gutenberg’in matbaasında basılan bazı kitapları Avrupa’dan getirtip bu kitapları okuyup çevirterek İstanbul’da büyük bir kütüphane kurdurur. Bu kütüphanede Aristotales, St Thomas, Aquinas kitapları vardır. Çağdaş Vaka-i Name’nin, yani tarih yazıcılığının doğuşu Fatih döneminde olmuştur.

1466 yılında İskenderiyeli matematikçi, coğrafyacı ve astronom  Batlamyos’un ‘’Coğrafya’’ kitabını (‘’Batlamyos’un Haritası’’ olarak da bilinir) tercüme ettirir.

Fatih, atam-dedem kanunu dediği gelenekleri yazılı hale getirir ve bunlara ‘’kanunname-i ali Osman’’ ismini verir. Bu Kanun Hükmünde Kararnamelerden, -pardon-, bu kanunnamelerden birisi de şudur: ‘’Kanunname-i al-i Osman’a şu derkenarı da düşesiz: Her kimesneye ki bundan böyle saltanat müyesser ola, nizamı âlem için kardeşlerini katleylemek münasiptir. Ekseri ulema dahi bunun böyle olmasına razı olup tasvip etmiştir.’’

Fatih ölünce de vasiyeti üzerine naaşı Büyük Konstantin’in, Justinianus’un, Theodora’nın, Zeo’nun ve diğerlerinin yattığı yere defnedilir. Müslüman olmayan Hristiyan olan karısı da ölünce yanına defnedilir. 

Fatih’in anlattığım bütün bu özelliklerinin çağını aşan, çağının üstünde bir iftihar vesilesi özellikler olduğunu düşünüyorum. İşte Fatih Sultan Mehmet böylesine büyük bir padişahtır.

Prof. Dr. İlber Ortaylı Fatih için şunları söyler; “Türk entelektüelinin sahip olmadığı vasıfların başında doğuya ve batıya sahip olmak gelir. Hem İtalyancayı hem Yunancayı hem Farsçayı hem Arapçayı bilen böyle bir münevver, onun devrinde Batıda yok. İkincisi, inanılmaz derecede coğrafya biliyor. Ateşli silahlar ordusuna iyi komuta ediyor. Fatih Sultan Mehmet Han, şarkın ve garbın efendisidir, şarkı ve garbı bilir ve komplekssiz bir şark münevveridir, o bir dünya hükümdarıdır. Fatih büyüktü. Ölümü de bir dağın indifaı veya bir büyük geminin batması gibidir. Hedeflerinin hepsini ardındaki toplum anlamış değildir zaten, açıkça da ortaya koymamıştı. Ama Fatih Sultan Mehmet Han asrının hiç tesiri kalmadığını söyleyebilir misiniz? En azından sarayda kurduğu kozmopolit kütüphaneyi o yönde zenginleştiren Kanuni Sultan Süleyman onun torunuydu. Fatih iki kıtanın ve iki denizin padişahı ve iki medeniyetin sahibi bir aydındı.’’

Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın söylediği gibi ne Fatih Sultan Mehmet hedeflerini açıkça ortaya koymuştu ne de kendisinden sonra gelenler hedeflerinin hepsini anlamıştı… Bu nedenle Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu İmparatorluğun cihanşümul özellikleri kısa zamanda bozularak kaybolur. Yavuz Sultan Selim ile İmparatorluk Arap – Emevi – Sünni bir karaktere bürünür. Bilime verilen değer Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra tamamen sona erer. 

Tarihini dizilerde, geçmişini masalda, geleceğini ise falda okuyanların, hem İstanbul’a meftun olduklarını söyleyip hem de İstanbul’a ihanet edenlerin ve Fatih Sultan Mehmet’i FSM haline getirenlerin böylesi bir Fatih Sultan Mehmet’i anlamalarını ve hakkıyla anmalarını beklemek beyhude bir hâyâl olurdu… Ancak bu onların sorunudur…  Ama biz, gelin yazımın başında verdiğim Asaf Hâlet Çelebi’nin Mârâ isimli şirinin girişinde söylediği gibi yapalım:

’’Bilmemek bilmekten iyidir. Düşünmeden yaşayalım Mârâ.’’

Arz ederim…

Fatih Sultan Mehmet’i anlatmaya devam edeceğim…

Osman AYDOĞAN

Bir yanıt yazın

Başa Dön